Ana içeriğe atla

EV

   Canımın çok sıkkın olduğu bazı zamanlarda kafamdan şu cümle geçiyor: "Eve gitmek istiyorum." Son zamanlarda birden fazla kez aynı cümle kafamın içinde yankılanınca biraz düşündüm. Nereye gitmek istiyorum? Benim evim neresi? Ev nereye denir, kime denir? 

  Bir insan ya da insanlar bir insanın evi olabilir mi pek çok insanın iddia ettiği gibi? Orhan Pamuk Benim Adım Kırmızı kitabında "Çünkü içinizde kalbinize nakşeylediğiniz bir sevgilinin yüzü yaşıyorsa eğer, dünya hâlâ sizin evinizdir." demişti. Peki eğer kalbimize nakşeylediğimiz o yüz de zaman içinde silinip gidiverirse? O zaman evsiz mi kalmış olacağız? Yeni bir ev arayışına mı gireceğiz?

   Ama belki de o kadar da romantik bir tarafı yoktur bu meselenin ve yaşamımızı geçirdiğimiz dört duvardan ibarettir ev. Ya da  belki ailesinin yanıdır insanın evi. Peki eğer öyleyse neden bazen ailemizin yanına dönmüş olsak bile eve dönmüş gibi hissetmeyiz? İzlediğim en güzel dizilerden biri olan Lost'ta Kang Jae de bu konuda benimle benzer hissediyor olacak ki şöyle diyordu:


   Peki ev ailemizin yanıysa eğer aile nedir? Bizi bu dünyaya getirenlerden ve kardeşlerimizden mi ibarettir sadece yoksa bu saydığım insanlara ek olarak bizim teker teker seçerek oluşturduğumuz insanların da dahil olduğu daha kalabalık bir grup mu? Açıkçası bilemiyorum. Ama bu seçeneklerin hepsi insanı hep başka insanlara bağımlı kılıyor.

  Bu noktada şunu söylemeliyim ki bu yazının fikrinin aklıma düştüğü ilk günle yazıyı nihayete erdirdiğim gün arasında bir hayli zaman var. Bu zaman aralığında fikirlerimin bir kısmının biraz değiştiğini fark ettim ve bunu sizin de görmenizi istedim. Bu yüzden önce ilk seferde yazdıklarımı aktarıp sonra devam edeceğim.

  " Son zamanlarda bireyselliği çok yüceltiyoruz ama sanki. İnsan bir başına bu dünyayla baş edebilir mi? Açıkçası bu bana çok korkutucu geliyor. En azından yanımda birinin olmasını ve bana korkacak bi şey olmadığını söylemesini dilerdim." diye yazmışım böyle bir yazıyı yazmak aklıma ilk düştüğü zaman ama belki de bana korkacak bir şey olmadığını söyleyecek olan yine benden başkası değildir. Sanırım bunu ve benzeri şeyleri başkalarından duymak istiyoruz çünkü bu sözleri kendi kendimize söyleyecek kadar güçlü hissetmiyoruz zaman zaman. 

  Ve sonra şöyle devam etmişim yazdıklarıma: "Modern dünya birine ihtiyaç duymayı zayıflık olarak pazarlıyor sanki artık. 'İnsan kendine yetmeli. Bir başkasına ne maddi ne manevi olarak ihtiyaç duymamalı.' İyi ama madem bu kadar yalnız olması, yalnız kalması gereken yaratıklarız ne diye yıllardır hep beraber yaşıyor ve toplumlar, devletler oluşturuyoruz? Ne diye seviyoruz?"

  Belki de her birimiz içimizde sonsuz ve aşılmaz bir yalnızlık taşımamıza rağmen yalnız olması, yalnız kalması gereken yaratıklar değilizdir. Ve belki de aradığımız sadece bir küçük destektir. Bir el uzaklardan bize uzanan... Ama muhtaç olduğumuzu kabul etmemiz gereken bu yakınlık ihtiyacımıza rağmen sonunda bir insana, insanlara ya da bir yere evim demek bana çok doğru gelmiyor. Bu yüzden sorduğum soruya cevap aramaya devam ediyorum ve çok sevdiğim yazarlardan biri olan Murahtan Mungan Üç Aynalı Kırk Oda kitabındaki "İnsan, kendine tuttuğu aynayla yolunu bulur." sözleriyle yolumu aydınlatıyor. 

  Bu sözleri biraz eğip büktüğümde bana doğru gelen bir cevap bulduğuma inanıyorum. Ve düşünüyorum. Belki de insanın evi aynaya baktığında gördüğü olmalıdır. Böylelikle kendine ev olabilmeyi başarabilmiş insan nereye giderse gitsin, kimin yanında olursa olsun kendini güvende hisseder. Aynada gördüğü ona güven ve huzur verir çünkü. Tabii her ne kadar aynada gördüğümüz surete evimiz desek de evimiz yalnızca bizden ibaret değildir bence. Çünkü benliğimiz de yalnız bizden ibaret değildir. Yaşadığımız, yaşamayı umduğumuz, bir şekilde bizi etkilemiş olan tüm yerler ve hayatımıza girip çıkan her insan ev dediğimiz yerin -benliğimizin- birer parçasıdır. Yani eğer aynada gördüğümüz evimiz ise tüm bu saydıklarım ve daha pek çok şey de o evi oluşturan tuğladır, çimentodur, çatıdır.

  Tabii ki zaman zaman kişi evinde, aynaya baktığında gördüğünde, bazı eksiklikler görür: eskiyen kapılar, dökülen duvarlar, aşılmaktan yıpranmış eşikler... Çünkü zaman içinde evimizin çatısını, kapısını oluşturan o insanlar ya da o yerler ve kavramlar, duygular sürekli değişip dönüşen evimize yani bize artık uymaz ve bu yüzden bazılarının değişmesi  gerekir. Böyle zamanlarda evi terk edip başka bir yerde, başka birinde kendimize sığınacak bir yer bulmaya çalışıp daha çok kaybolmaktansa belki de yapmamız gereken sadece o güzel eve biraz özen göstermek değişmesi gerekenleri değiştirip, onarılması gerekenleri onarmaktır. Çünkü şair Robert Frost "Ev, oraya gitmeniz gerektiğinde, sizi içeri almaları gereken yerdir." diyor. Eğer biz bir kere aynada gördüğümüz surete evimiz demişsek o zaman şairin dediği gibi eve yani kendimize dönmemiz gerektiğinde bize dönenin hali nasıl olursa olsun onu içeri almamız gerekir. Böylece günün sonunda aynaya baktığımızda başımıza ne gelmiş, canımız ne kadar yanmış olursa olsun ve nerede olursak olalım eve gelmiş hissedebiliriz. Ve böylelikle eğer biz izin vermezsek kimse evimizi evimizden alamaz. Çünkü şarkıda da dediği gibi "You can take all you want, but not who I am"

  


                                                   -Eda



      #aydinlatmakicindegilaydinlanmakicin

Yorumlar

  1. Eğer ev bulunabilecek salt bir olguysa en kısa zamanda bulmanızı, bulduktan sonra ararkenki hevesinizi kaybedeceğiniz için kaybettiğiniz hevesi size unutturacak kadar sizi tatmin etmesi; bulduğunuz şeyin eviniz olduğundan her zaman emin olabilmeniz, zamanla da o şeyin size yabancılaşmaması dileğiyle. Ev her ne kadar öznel veya soyut olsa bile bulduğuna inananlar da ev sandığı şeyden en büyük darbeyi yiyebiliyor. Ararkenki heves hep devam edeceği için meşale sönmeyebilir ancak bulduğunuza inanıp gözünüzün önünde size yabancılaşmaya başlarsa gelecekte uğrayacağınız her durak size yabancı gelir. Olmasını istediklerimizden sonra bunların da olmaması dileğiyle. İyi günler,iyi çalışmalar.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. vecdinamütenahi2 Eylül 2023 12:16

      Öncelikle vakit ayırıp yazımı okuyup bu güzel yorumu yaptığınız için ve tüm güzel dilekleriniz için teşekkür ederim. Umarım hepimiz kendi kendimize ev olmayı başarabiliriz ve böylelikle de bahsettiğiniz olumsuz durumların gerçekleşme ihtimalini en aza indirgeyebiliriz.

      Sil
    2. Rica ederim bu güzel yazıyı yazdığınız için ben teşekkür ederim. Ev’imizi arama sürecimizin verdiği tat evimizi bulamasak bile bir heyecan katıp amaç veriyor eğer sonunda bulursak da muhteşem bir haz. Ama bundan daha önemli bir şey varsa o da benim gibi Ev’ini bulduğunu düşünen biriyseniz gerçek Ev’inizle olgusal olan evi karıştırmamanız ve birtakım şeyleri daha çok düşünerek ve muhatapını açıkça göstererek söylemenizdir. Zira Ev insandır, insan da Ev. Alınır gücenir hakkıdır lakin nereye giderseniz gidin Ev’inizdir ayrıca size ne kadar alınsa da Ev’inizdir. En güzel tarafı da budur sanırım. Önce kendiniz ev olduktan sonra Ev’inize “Ev” olmanız dileğiyle. Esen kalın.

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

ÇERÇEVELER

  Hepimiz herkesi ve her şeyi kendi oluşturduğumuz bir  çerçevenin ardından görüyoruz. Bu çerçeve bizim özümüzü oluşturan özelliklerimizin ve okuduklarımızın, dinlediklerimizin, maruz kaldığımız olayların, vakit geçirdiğimiz yerlerin ve insanların bir sentezinden oluşuyor. Bu çerçevenin varlığı sebebiyle bir şeyi sırf olduğu haliyle göremiyoruz aslında. Bahsettiğim çerçeveyi bir kenara koyup bir şeyi sırf olduğu haliyle görebilmek mümkün mü peki? Bunu hâlâ düşünüyorum ama bu başka bir yazının konusu olsun.  Sahip olduğumuz çerçeve sayesinde şeyleri sırf oldukları halleriyle göremediğimiz için bizim gördüğümüz ile o şeyin aslı bir değil. Belki de bu yüzden örneğin bir insan için "Ben onu böyle tanımamıştım."  ya da "Onu çok yanlış tanımışım." demenin bir anlamı yok çünkü gördüğümüz kişi aslında o değildi. Gördüğümüz, görmeyi umduğumuzdu.    Bu düşünce akışını devam ettirdiğimde herkesi kendi çerçevemden görüp değerlendirdiğim için aslında hayatımdaki tüm bu insanları

MİLYONLAR ARASINDAN BİRİ

  Son paylaştığım yazıların hepsi aralarında uzun soluklar verilerek yazılmış birbirinden kopup gibi görünen ama benim aralarında gizli bağlar olduğunu düşündüğüm kısa kısa yazılarımı bir araya getirerek oluşturduğum yazılar. Bu şekilde bir şey ortaya koymaya çalışmak kendi yaptığım yapbozu tamamlamaya çalışmak gibi. Tüm o pasajları ilk kez yazarken gördüğüm o gizli bağları yeniden birbirine bağlamaya çalışıyorum. Bir yandan çile bir yandan da bir eğlence. Az sonra okuyacağınız yazı da aynı yollardan geçerek ortaya çıktı. Umarım keyifle okursunuz.       Sürekli başarmam gereken çok büyük işler varmış da ben hiçbiri için yeteri kadar çabalamıyormuşum gibi hissediyorum. Belki sosyal medya belki başka sebepler yüzünden sanki benim dışımdaki herkes çok motive olmuş bir halde büyük büyük hedefleri için çalışıyor da bir ben onları izlemekle yetiniyorum. Bu dünyayı ben kurtarmak zorunda mıyım? Belki daha da önemlisi kurtarabilir miyim?Kendi halimde, sessiz sakin ama mutlu bir hayat sürsem yet