Son paylaştığım yazıların hepsi aralarında uzun soluklar verilerek yazılmış birbirinden kopup gibi görünen ama benim aralarında gizli bağlar olduğunu düşündüğüm kısa kısa yazılarımı bir araya getirerek oluşturduğum yazılar. Bu şekilde bir şey ortaya koymaya çalışmak kendi yaptığım yapbozu tamamlamaya çalışmak gibi. Tüm o pasajları ilk kez yazarken gördüğüm o gizli bağları yeniden birbirine bağlamaya çalışıyorum. Bir yandan çile bir yandan da bir eğlence. Az sonra okuyacağınız yazı da aynı yollardan geçerek ortaya çıktı. Umarım keyifle okursunuz.
Sürekli başarmam gereken çok büyük işler varmış da ben hiçbiri için yeteri kadar çabalamıyormuşum gibi hissediyorum. Belki sosyal medya belki başka sebepler yüzünden sanki benim dışımdaki herkes çok motive olmuş bir halde büyük büyük hedefleri için çalışıyor da bir ben onları izlemekle yetiniyorum. Bu dünyayı ben kurtarmak zorunda mıyım? Belki daha da önemlisi kurtarabilir miyim?Kendi halimde, sessiz sakin ama mutlu bir hayat sürsem yetmez mi? Sistemleri yıkmak, değiştirmek yeni düzenler yaratmak zorunda mıyım bu dünyaya bir iz bırakabilmek için? Sessizce ama güzellikle yaptığım şeyler, iyi niyetle attığım adımlar bu dünyayı güzelleştirmeye, bu insanlara dokunabilmeme yetmez mi?
Neden herkes birilerini influence etmek zorundaymış gibi son zamanlarda? Geçenlerde podcast dinlerken aslında herkesin podcast kaydedebileceğini fark ettim. Sonra ben kaydedecek olsam nelerden bahsederdim diye düşündüm. Elbette bir gün böyle bir şey yapmak istersem hoşuma giden ve paylaşmak istediğim bir içerik bulabilirim. Ama sonra durup kendime dedim ki neden yapmaktan keyif aldığım veya sevdiğim her şeyi birileriyle paylaşmak zorundaymışım gibi hissediyorum? Sonra sanki bu his sadece bana özgü değil de sosyal medyanın etkisiyle pek çoğumuzun hissettiği bir his gibi geldi. Bu sorunun üzerine biraz düşününce aklıma birkaç olası sebep geldi. Bunlardan bir tanesi tanınmak, bilinmek ve belki de daha önemlisi hatırlanmak isteği. Bunu yapmanın yolu ister kitap ister film ister podcast ister başka bir şey olsun bence hepimizin içinde geride bizden uzun süre yaşayacak bir şeyler bırakma arzusu var. Bir diğer sebep de dediğim gibi sosyal medyanın bir etkisi. Potansiyelini gerçekleştirmek son zamanlarda çok fazla karşımıza çıkan bir kavram olmaya başladı. Her şeyden bir şey öğrenmek ve öğrendiğimiz her şeyi de öğretmek zorundayız sanki. Öylece yaşayıp gidemeyiz hiçbir durumu ve duyguyu. Potansiyelimizi ortaya koymalıyız. Belki bir şeyler paylaşmayı, içerik üretmeyi potansiyelimizi ortaya koyma noktasında bir araç olarak değerlendirdiğimiz için de pek çok şeyi paylaşma güdüsü hissediyor olabiliriz.
Ben zaten sevdiğim şeyleri paylaşmaktan son derece keyif alan biriyim. Herhangi bir yerde, herhangi bir şeyde bir güzellik gördüğüm zaman herkes o güzelliği görsün isterim. Ama zaman zaman bu beni yoruyor. Bilmiyorum bazen bazı şeyleri de sadece kendimiz için yapsak, bazen güzellikleri birileriyle paylaşma telaşına düşmeden sadece onun tadını çıkartmaya odaklansak olmaz mı? Eğer dinlersek herkesin anlatacak bir hikayesi var elbette ama herkesin milyonlarca bildirim aldığı, herkesin dinlemek istediği binlerce hikâyenin olduğu bu çağda bunca iş, bunca insan arasında yaptığınız şeyin, anlattığınız hikayenin hem diğerlerinden farklı olması hem de farklı olduğunu insanlara gösterebilmeniz gerekiyor. Çünkü kimsenin tüm hikayeleri dinlemeye yetecek vakti yok. Farklı olmayı ve görünür olmayı başarmaksa bu yarışa girmeyi kabullenmeyi gerektiriyor bana kalırsa.
Çocukluğundan beri başkalarıyla yarışmaktan hoşlanmayan, sadece kendi yaptığıyla ilgilenmeye çalışan biri olarak bu yarış meydanı bana göre değil. Kimseden farklı olduğumu kimseye kanıtlamaya çalışmaya mecalim yok. Bunu gerekli de görmüyorum. Sanırım tüm dünyaya ulaşabileceğimiz, tüm dünyanın da bize ulaşabileceği, bizi görebileceği yanılgısının sebebi günümüzde varolan küresel dünya algısı. Her ne kadar sosyal medya sayesinde herkes neredeyse dilediği her şeye ve herkese ulaşabilecek imkâna sahip olsa da bu aynı zamanda her birimizin milyonlarca ve hatta daha fazla seçeneğe sahip olduğunu gösteriyor. Ve artık günümüzde gereken yetkinlik tüm bu seçenekler arasından birini seçilebilmek. Esas mesele bu. Milyonlar arasında biri olmak... Sanırım beni dehşete sürükleyen bir fikir bu. Milyonlar arasında biriyken milyonlar arasındaki başka birine ulaşabilmek, dokunabilmek... Gerçekten de mümkün mü? Herkesin, diğer herkesin çok ulaşılabilir olduğunu düşündüğü bu devirde ben, birine ulaşmayı da birinin bana ulaşmasını da imkansıza yakın görüyorum.
Bilmediğim diller, gezip görmediğim şehirler, okumadığım kitaplar, anlayamadığım fikirler... Ben, ben olarak, bu andaki, buradaki ben olarak yeterli değil miyim? Kim için, ne için yeterli olmadığımı düşünüyorum? Tüm bu kargaşa bir yana hepimizin yapmaya çalıştığı sadece ama sadece yaşamak, yaşayabilmek değil mi? Ulaşamadığımı düşündüğüm tüm bu deneyimlere tam şu an ulaşmış olduğumu düşünelim bir anlığına. Tüm o dilleri öğrenmiş, tüm şehirleri gezmiş, tüm kitapları okumuş olayım. Geriye ne kalır yapacak, yaşayacak? Sorun tüm bunları henüz yapamamış olmakta mı yoksa hiç yapamayacak olma düşüncesinde mi? Ya da geç kalınmış olarak yapma korkusunda mı? Sahi geç kalınır mı hayata? Kalınabilir mi?
Son zamanlarda güzel insanlara denk düşüyorum. Oturup sohbet etmek isteyeceğim, susup konuşmadan saatlerce sadece dinlemek isteyeceğim insanlar... Ama fark ediyorum ki bu insanlarda gördüğüm ve kendimde göremediğim ya da yeterli ölçüde olmadığını düşündüğüm bazı şeyler üzerime manasız bir karanlığın çökmesine sebep oluyor. Yukarıda bahsettiğim kıyaslamalara girişiyorum istemsizce. Halbuki dediğim gibi ben yarışları öteden beri sevmem. Kimseyle yarışmam, yarışamam. Ama sanırım sosyal medyanın üzerimde bıraktığı kaçınamadığım etkilerden birisi bu. Geç kalıyor gibi de değil, hayatımı yakalayamayacakmışım gibi hissediyorum. Yine nerede gördüğümü hatırlamadığım bir alıntı vardı. "Nasıl hissediyorum biliyor musun Lou? Sanki koşuyor ama hep biraz geride kalıyorum." diyordu. Hayatımla ilgili ben de biraz böyle hissediyorum. Ellerimden kayıp gidiyor gibi. Halbuki o burada, benim ellerimde, biliyorum. Bir yere kaçtığı yok.
Durup biraz nefes alınca henüz okumadığım tüm o kitapların, görmediğim şehirlerin, adını bile duymadığım filmlerin esasında beni korkutacak değil heyecanlandıracak şeyler olduklarını görüyorum. Evet, ben Eda, neredeyse 20 yaşımda bir sürü kitabı okumamış, bir sürü filmi izlememiş, bir sürü parlak fikirden henüz bihaber, hayat hakkındaki bilgisi belki de sadece yaşıyor olmakla sınırlı olan "göğün altında kaybolmuş bir kadın" ım yalnızca. Ama aynı zamanda ben buradayım ve keşfedecek, öğrenecek, kazanacak ve en nihayetinde kaybedecek çok şeyim var. Ve neyi ne kadar sürede ve nasıl öğrendiğimin, şu anda neyi bilip bilmediğimin bir önemi yok. Çünkü ben her gün değişiyorum.Woolf'un da dediği gibi:"...hiçbir zaman durağan değilim, en kötü yıkımların bile altından kalkıyorum, dönüyorum, değişiyorum." Ben buradayım ve her gün varolmanın farklı yollarını keşfediyorum. Yine Woolf'un dediği gibi: "Her gün gömüldügüm yerden çıkıyorum - kazıp çıkıyorum."
Yani kısaca bazen birilerine anlatma telaşına girmeden sadece kendimiz deneyimlemeyi tercih etsek hayatımızı. İlla bir şeyler öğretmesek birilerine kendi tecrübelerimizle. Henüz deneyimlemediğimiz, henüz öğrenmediğimiz şeyler ve tüm bu şeyleri insanlarla paylaşamama korkusu sarmasa içimizi en nihayetinde. Aydınlatmak için çabalamasak da aydınlanmak için çabalasak sadece... Olmaz mı? Bence olur.
Not: "Göğün altında kaybolmuş bir kadındı yalnızca." Bütün İnsanlar Ölümlüdür - Simone de Beauvoir
Virginia Woolf'tan yaptığım iki alıntı da Dalgalar kitabından.
Fotoğraflar da Summer Strike dizisinden.
-Eda
#aydinlatmakicindeğilaydinlanmakicin
En beğendiğim yazın oldu bu, ellerine, fikirlerine, kalbine sağlık..
YanıtlaSilYazılarımı takip ettiğiniz ve güzel yorumunuz için çok teşekkür ederim :)
Sil