Ana içeriğe atla

DİPSİZ KUYULAR VE KAHRAMANLAR

 Merhaba herkese.Bu hafta sizlere bahsetmek istediğim konu çok ayrıydı aslında ama birdenbire kendimi bu yazıyı yazarken buldum.Ötesine de ne yazık ki vaktim ve takatim yetmedi,yetişmedi.

  Elf'in güzelim yazısından sonra sizler için çok hızlı bir geçiş olabilir.Zaten benim için de çok hızlı bir geçiş oldu. 

   Hani büyük yazarın biri diyor ya"Aşağılık insanoğlu her şeye alışır."diye,ben de size diyorum ki aşağılık insanoğlu alışmış gibi yapmaya da alışır.Kendini kandırma konusunda hepimiz uzmanız sanki.Sorunları halının altına süpürmek çoğumuz için en kolayı.Ve tüm o sakladıklarımız,süpürdüklerimiz öyle birden,öyle beklemediğimiz zamanlarda çıkıveriyor ki karşımıza...Hani derler ya hayatım alt üst oldu diye.Böyle olunca hayatımızın altı neresi,üstü neresi onu bile anlayamıyoruz bazen.

   Gariptir ki insan içinde bulunduğu hüzünlü ruh halinden kurtulduğunda bir daha hiç üzülmeyecekmiş gibi,yeniden kendini hüznün orta yerinde bulduğunda da sanki daha önce hiç o noktada bulunmamış gibi hissediyor.Belki de bunu mutlu aileler ve mutsuz aileler muhabbetine benzetebiliriz.Tolstoy "Bütün mutlu aileler birbirine benzer her mutsuz aileninse kendine özgü bir mutsuzluğu vardır." diyor ya bizim bireysel hüzün ve mutluluklarımız da öyle.Mutluluklarımızı tarif etmekte çok zorlanmayız.Mutlu olduğumuzda şaşkın ya da kaybolmuş hissetmeyiz.Yani onu ilk defa görüyor gibi hissetmeyiz.Oysa kederin ağları etrafımızı her sardığında  onunla ilk defa karşılaşmışız gibi hissederiz.Böylesini ilk defa yaşadığımızı düşünürüz.Birbirine benzemez kederlerimiz,bu yüzden onlardan çıkış yolları da birbirine benzemez.Her seferinde kendi yolumuzu yeniden bulmamız gerekir.

  İşte tam da o noktada...Kederin içinden çıkmak için yollar aradığımız o noktada...Nasıl da isteriz bir mucize olsun,bir el çıksın çekip kurtarsın bizi o dipsiz kuyulardan.Kimimiz için o kişi bir dosttur, kimimiz için aileden biri,kimisi içinse bir sevgili.Sıfatı ne olursa olsun hepimiz bir kurtarıcı bekleriz.Ama boşuna bekleriz.Gelmesi gereken biri yoktur çünkü ihtiyaç duyduğumuz zaten yanımızdadır.İhtiyaç duyduğumuz kişi  kendimizizdir çünkü. Ama zordur.Zordur kendi elinden tutmak.Başkalarını affetmek,başkalarını sevmek en kolayıdır.Çünkü onları zihnimizde değiştirebiliriz,beğenmediğimiz yerlerini yontabiliriz.Halbuki kendimiz için bunları yapamayız.Çünkü aslını biliriz her şeyin.Kendimizi kandıramayız.En azından uzun süre kandırmayız.Bu yüzden zordur düştüğün kuyulardan tek başına çıkmak,korktuğun her şeye tek başına direnmek.Ama mümkündür.Mümkündür sevgili okur!Biraz sabır,bolca şefkatle hepsi mümkündür.Kendi kendinin kahramını olabilmek mümkündür.

  Bu hafta biraz sohbet etmek ve kendi gücümüzü,her ne kadar bazen zayıfladığını hissetsek de,sizlere ve kendime hatırlatmak istedim.O yüzden bu haftaki yazım tüm kendi kendinin kahramanı olmaya çalışanlara...Sevgiyle kalın.

                                                                   -Eda


#aydinlatmakicindegilaydinlanmakicin

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

MİLYONLAR ARASINDAN BİRİ

  Son paylaştığım yazıların hepsi aralarında uzun soluklar verilerek yazılmış birbirinden kopup gibi görünen ama benim aralarında gizli bağlar olduğunu düşündüğüm kısa kısa yazılarımı bir araya getirerek oluşturduğum yazılar. Bu şekilde bir şey ortaya koymaya çalışmak kendi yaptığım yapbozu tamamlamaya çalışmak gibi. Tüm o pasajları ilk kez yazarken gördüğüm o gizli bağları yeniden birbirine bağlamaya çalışıyorum. Bir yandan çile bir yandan da bir eğlence. Az sonra okuyacağınız yazı da aynı yollardan geçerek ortaya çıktı. Umarım keyifle okursunuz.       Sürekli başarmam gereken çok büyük işler varmış da ben hiçbiri için yeteri kadar çabalamıyormuşum gibi hissediyorum. Belki sosyal medya belki başka sebepler yüzünden sanki benim dışımdaki herkes çok motive olmuş bir halde büyük büyük hedefleri için çalışıyor da bir ben onları izlemekle yetiniyorum. Bu dünyayı ben kurtarmak zorunda mıyım? Belki daha da önemlisi kurtarabilir miyim?Kendi halimde, sessiz sakin a...

EV

   Canımın çok sıkkın olduğu bazı zamanlarda kafamdan şu cümle geçiyor: "Eve gitmek istiyorum." Son zamanlarda birden fazla kez aynı cümle kafamın içinde yankılanınca biraz düşündüm. Nereye gitmek istiyorum? Benim evim neresi? Ev nereye denir, kime denir?    Bir insan ya da insanlar bir insanın evi olabilir mi pek çok insanın iddia ettiği gibi? Orhan Pamuk Benim Adım Kırmızı kitabında "Çünkü içinizde kalbinize nakşeylediğiniz bir sevgilinin yüzü yaşıyorsa eğer, dünya hâlâ sizin evinizdir." demişti. Peki eğer kalbimize nakşeylediğimiz o yüz de zaman içinde silinip gidiverirse? O zaman evsiz mi kalmış olacağız? Yeni bir ev arayışına mı gireceğiz?    Ama belki de o kadar da romantik bir tarafı yoktur bu meselenin ve yaşamımızı geçirdiğimiz dört duvardan ibarettir ev. Ya da  belki ailesinin yanıdır insanın evi. Peki eğer öyleyse neden bazen ailemizin yanına dönmüş olsak bile eve dönmüş gibi hissetmeyiz? İzlediğim en güzel dizilerden biri olan Lost'ta Kan...

HATIRALARIN GÖLGESİ

   Küçüklüğümden beri beni en çok ürküten şeylerden birisi zamanın akışıydı. İleride neler olacağını asla bilememek ve iyi veya kötü pek çok ihtimalin gerçekleşebilecek olması beni dehşete sürüklerdi. Bazen hâlâ sürüklüyor. Ama eskisi kadar değil. Artık zamanın içinde barındırdığı tüm o ihtimallerden korkmuyorum. Tüm o ihtimaller beni heyecanlandırıyor da diyemem açıkçası ama sanırım en azından onlarla baş edebilecek gücü bulacağıma inanıyorum. Aslında hayır, inanmıyorum. Biliyorum.     "Her güzel şeyin sonu vardır." Bu cümle hayatımdaki güzel şeylerin bir gün mutlaka sona ereceğini bana hatırlatan bir lanet gibi gelirdi hep. Bunu duymaktan nefret ederdim. Kulaklarımı kapatırsam eğer bu lanetin gerçekleşmesini engelleyebilirim sanırdım. Tabii öyle olmadı. Olması mümkün de değil zaten. Çünkü gerçekten her güzel şeyin sonu var. Aslında sadece güzel şeylerin değil aynı zamanda her kötü şeyin de, çok şükür demeliyiz bu noktada, bir sonu var. 20 yılın sonunda her şeyin bi...