Ana içeriğe atla

FREUD DOSYASI NO1:ALTIN SİGİ

 Freud 6 çocuklu bir ailenin ilk çocuğu olarak günümüzde Çekya sınırları içerisinde yer alan Freiberg'de dünyaya geldi.

    Bir sonraki yazımda bahsedeceğim Sigmund'un psikanalizi keşfinin nasıl ortaya çıktığını daha iyi anlayabilmemiz adına biraz da Sigmund'un içine doğduğu aileden ve bu ailedeki bireylerle olan ilişkisinden bahsetmek istiyorum.

  Freud henüz doğmadan önce bile bu aile çokça kayıp görmüştü. Özellikle Freud'un babası Jacob.İlk karısını ve ikinci karısını kaybetmişti.Freud böyle bir ailenin ilk oğlu olarak dünyaya geldi.Freud doğduktan kısa bir süre sonra,henüz on bir aylıkken,annesi yeniden doğum yaptı ve yeni doğan bebeğe annesinin kısa süre önce kaybettiği erkek kardeşinin adı olan Julius ismi verildi.Freud yeni doğan bu bebeğin gelişini neredeyse her çocuğun yaptığı gibi bir hoşnutsuzlukla karşıladı.Ama ne yazık ki Julius'un kaderi de ismini aldığı dayısına çekmiş olacak ki Julius bağırsak iltihabı yüzünden çok kısa bir hayat sürdü.Julius'un ölümü Freud üzerinde çok güçlü bir etki uyandırdı çünkü bu olay onun ölümle tanışmasına sebep olmuştu.Bu olaydan sonra ailede  zaten var olan ve bu olayın etkisiyle daha da yoğunlaşan yas havası Freud için büyük bir travma sebebi oldu.Bebeğini kaybetmiş olan ve daha sonrasında da art arda gelen  hamilelikler yüzünden annesi Amalia,Freud'a yeterli ilgi ve sevgiyi gösteremedi.Freud bu eksikliği her zaman hissedecekti.

  Freud'un babası Jacob ise çok iyi huylu olmasına karşın Freud'un ve tüm çocukların hayal ettiği sarsılmaz ve güçlü baba figürüne uygun bir karaktere sahip değildi.Tam tersi son derece yumuşak başlı bir yapısı vardı.Freud ise kendine örnek alabileceği güçlü bir baba figürü görmek istiyordu.Bu yüzden babası da Freud için tam bir hayalkırıklığıydı.Hayatının daha sonraki evrelerinde de Freud'un sürekli güçlü ve örnek alınacak bir baba figürü arayışı içersinde olduğunu görüyoruz.

  Freud Julius'dan başlayıp daha sonrasında da sürekli devam eden annesini yeni gelen kardeş-rakiplerle paylaşmak zorunda kalması durumu yüzünden sonraki yıllarda annesini kaybetme ve ölüm hakkında uzun vadeli korkular yaşadı.

  İşte Freud böyle bir aile yapısının içine doğdu ve orada büyüdü. Bu açıdan bakıldığında pek de normal bir çocukluk geçirdiğini söyleyemeyiz sanıyorum.

  Biraz da kahramanımızın eğitim hayatından bahsetmek istiyorum.Freud, 1873-1882 yıllarında Viyana Üniversitesinde oku­du; o zamanlar bu okul, yükseköğrenimde dünyaca ünlü bir kurum sayılıyordu.Freud'un tıbbı seçme sebebiniyse Freud'un kendi ağzından dinleyelim.

  "Sonradan ünlü bir siyasetçi olan  benden biraz bü­yük bir okul arkadaşımın etkisiyle onun gibi hukuk okumak ve sosyal faaliyetlere karışmak isteğine kapılmıştım. Aynı zamanda, o sıralarda çok tartışılan, Darwin'in kuramları da bana çekici gelmişti çünkü dünyayı kavramakta muazzam bir ilerleme kaydetmemizi sağlıyorlardı; bir konferansta Goethe'nin Doğa üzerine o güzel denemesinin yüksek ses­le okunduğunu duyduktan sonra... tam mezun ol­mak üzereyken tıp öğrencisi olmaya karar verdim."

  Freud'u yalancı çıkartmış gibi olmak istemem ama ne yazık ki bunlar Freud'un "havalı" sebepleri.Asıl sebepler ise daha başka.Tıbbı seçmesinin iki sebebi var aslında:olağanüstü keşifler yaparak büyük  bir şöhret kazanma isteği ve yukarıda okuduğunuz paragrafta da belirtildiği gibi doğanın onun gözünde sevgi dolu bir ana imgesine dönüşmesi.Daha önce söylediğim gibi Freud annesinden yeterli ilgiyi görememişti ve bu yüzden tıbbın ona sunduğu bu sevgi dolu ana imgesi ona son derece çekici gelmişti.

  Freud üniversiteyi bitirdikten sonra kısa bir süreliğine Paris'e gitti ve bir süre mesleki çalışmalarına orada devam etti.Freud Paris'te altı ay kaldıktan sonra yeniden Viyana'ya döndü.

   Viyana'ya döndüğünde Freud'u ilk karşılayanlardan biri Josef Breuer olmuştu.Freud döndüğünde Viyana'da kendi muayenehanesini açtı ve ilk başlarda gelen hastaların neredeyse tamamı Breuer önerdiği için geliyordu.Buradan sonraysa Sigmund'u tanımamıza sebep olan pskinalizin yavaş yavaş şekillenmeye başladığına şahit olacağız.Fakat bir sonraki yazımızda. 

                                                                 -Eda


#aydinlatmakicindegilaydinlanmakicin

Yorumlar

  1. Çok gurur duyuyorum seninle, psikanalizin babasını analiz etmek👏🏻👏🏻👏🏻

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Senden bu sözleri duymak benim için çok kıymetli, çok teşekkür ederim ablacığım :)

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

EV

   Canımın çok sıkkın olduğu bazı zamanlarda kafamdan şu cümle geçiyor: "Eve gitmek istiyorum." Son zamanlarda birden fazla kez aynı cümle kafamın içinde yankılanınca biraz düşündüm. Nereye gitmek istiyorum? Benim evim neresi? Ev nereye denir, kime denir?    Bir insan ya da insanlar bir insanın evi olabilir mi pek çok insanın iddia ettiği gibi? Orhan Pamuk Benim Adım Kırmızı kitabında "Çünkü içinizde kalbinize nakşeylediğiniz bir sevgilinin yüzü yaşıyorsa eğer, dünya hâlâ sizin evinizdir." demişti. Peki eğer kalbimize nakşeylediğimiz o yüz de zaman içinde silinip gidiverirse? O zaman evsiz mi kalmış olacağız? Yeni bir ev arayışına mı gireceğiz?    Ama belki de o kadar da romantik bir tarafı yoktur bu meselenin ve yaşamımızı geçirdiğimiz dört duvardan ibarettir ev. Ya da  belki ailesinin yanıdır insanın evi. Peki eğer öyleyse neden bazen ailemizin yanına dönmüş olsak bile eve dönmüş gibi hissetmeyiz? İzlediğim en güzel dizilerden biri olan Lost'ta Kang Jae de b

ÇERÇEVELER

  Hepimiz herkesi ve her şeyi kendi oluşturduğumuz bir  çerçevenin ardından görüyoruz. Bu çerçeve bizim özümüzü oluşturan özelliklerimizin ve okuduklarımızın, dinlediklerimizin, maruz kaldığımız olayların, vakit geçirdiğimiz yerlerin ve insanların bir sentezinden oluşuyor. Bu çerçevenin varlığı sebebiyle bir şeyi sırf olduğu haliyle göremiyoruz aslında. Bahsettiğim çerçeveyi bir kenara koyup bir şeyi sırf olduğu haliyle görebilmek mümkün mü peki? Bunu hâlâ düşünüyorum ama bu başka bir yazının konusu olsun.  Sahip olduğumuz çerçeve sayesinde şeyleri sırf oldukları halleriyle göremediğimiz için bizim gördüğümüz ile o şeyin aslı bir değil. Belki de bu yüzden örneğin bir insan için "Ben onu böyle tanımamıştım."  ya da "Onu çok yanlış tanımışım." demenin bir anlamı yok çünkü gördüğümüz kişi aslında o değildi. Gördüğümüz, görmeyi umduğumuzdu.    Bu düşünce akışını devam ettirdiğimde herkesi kendi çerçevemden görüp değerlendirdiğim için aslında hayatımdaki tüm bu insanları

MİLYONLAR ARASINDAN BİRİ

  Son paylaştığım yazıların hepsi aralarında uzun soluklar verilerek yazılmış birbirinden kopup gibi görünen ama benim aralarında gizli bağlar olduğunu düşündüğüm kısa kısa yazılarımı bir araya getirerek oluşturduğum yazılar. Bu şekilde bir şey ortaya koymaya çalışmak kendi yaptığım yapbozu tamamlamaya çalışmak gibi. Tüm o pasajları ilk kez yazarken gördüğüm o gizli bağları yeniden birbirine bağlamaya çalışıyorum. Bir yandan çile bir yandan da bir eğlence. Az sonra okuyacağınız yazı da aynı yollardan geçerek ortaya çıktı. Umarım keyifle okursunuz.       Sürekli başarmam gereken çok büyük işler varmış da ben hiçbiri için yeteri kadar çabalamıyormuşum gibi hissediyorum. Belki sosyal medya belki başka sebepler yüzünden sanki benim dışımdaki herkes çok motive olmuş bir halde büyük büyük hedefleri için çalışıyor da bir ben onları izlemekle yetiniyorum. Bu dünyayı ben kurtarmak zorunda mıyım? Belki daha da önemlisi kurtarabilir miyim?Kendi halimde, sessiz sakin ama mutlu bir hayat sürsem yet