Bazı sebeplerden dolayı uzun bir ara vermiş olsak da sonunda Frued dosyamıza kaldığımız yerden devam edebiliriz sevgili okuyucu. İlk yazımda Sigmund'un içine doğduğu aileden ve eğitim hayatından bahsetmiştim. Şimdi de sizlere onu ünlü yapan keşfi psikanalizin doğuşundan bahsedeceğim.
Bir önceki yazımda da belirttiğim gibi Sigmund Viyana'ya döndükten sonra onu karşılayanlardan birisi de hem meslektaşı hem de rol modeli olan Breuer'di. Breuer Sigmund'un yeni açtığı muayenehanesini işletebilmesi için Sigmund'a destek oldu ve ona birçok hasta gönderdi. Breuer'un yönlendirdiği hastaların bir kısmının gerçek nörolojik rahatsızlıkları olsa da büyük bir çoğunluğu fizyolojik bir temeli olmayan nevrozlar yüzünden doktora ihtiyaç duyuyordu. Freud bu süreçte gelen bu nevrozlu hastaları iki yöntemle tedavi ediyordu: birincisi Erb'in elektroterapisiydi, ikincisi ise Amerikalı bir doktorun geliştirdiği ve kendi adıyla anılan Weir Mitchell sistemiydi.
Erb Alman bir nörologdu. Erb'in elektroterapi sisteminde gövdenin sorunlu bölgelerine hafif bir elektrik akımı uygulanıyordu. Weir Mitchell ise söylediğim gibi Amerikalı bir doktordu ve Weir Mitchell sisteminde ise hastaya düzenli bir rejim uygulanıyordu. Bu rejimin içeriğini yatak istirahati, beslenme, masaj ve elektroterapi oluşturuyordu.
Freud hastaları tedavi etmek için bu iki yöntemi kullanıyordu kullanmasına ama ne elektroterapi ne de dinlenme kürleri Freud'un hoşuna gitmişti. Bu yüzden 1887'nin sonlarında hipnoz deneyleri yapmaya başladı.
İlk başta hipnotizmayı semptomları ortadan kaldırmak için kullandı. Hastaları transa sokuyor, trans bittiğinde görme ya da işitme duygularını veya sorunları her neyse onun çözüleceğini söylüyordu .İlk başlarda bu hipnotik telkinlerin dinlenme kürlerinden ve elektroterapiden daha çok işe yarıyor gibi görünmesine rağmen işin aslı pek de öyle değildi. Çünkü hem bu yöntemle herkes hipnotize edilemiyordu hem de bu yöntem kullanılarak ortadan kaldırılan semptomlar daha sonra tekrar ediyordu. Tüm bu sebeplerden dolayı daha etkili bir tedavi yöntemi arayan Freud duygusal boşalma yöntemini kullanmaya başladı.
Duygusal boşalma yöntemi aslında Josef Breuer'in buluşuydu ve Freud da bu yöntemi ondan dinlemiş ve kendisi de kullanmaya karar vermişti. Bu yöntemde önce hastalar hipnotize ediliyor ve hastalar trans halindeyken hastalardan semptomların ilk ortaya çıktığı zamanki koşulları mümkün olduğunca hatırlamaları ve hatırladıklarını da ifade etmeleri isteniyordu.
Freud 1909'da Clark Üniversitesi'nde verdiği bir konferansta duygusal boşalma yöntemini Breuer'in bulması hakkında şu sözleri söylüyor:
"Eğer psikanalizi var etmek bir başarıysa bu başarı bana ait değil. Başlangıcında benim hiç payım yok. Benim gibi Viyanalı bir doktor olan Josef Breuer, bu usulü, histeriden mustarip bir kıza ilk uyguladığında —1880-1882— ben mezuniyet sınavlarını vermeye uğraşan bir öğrenciydim"
Her ne kadar ilerleyen yıllarda Breuer ile aralarının bozulmasıyla beraber bu sözlerini yalanlayacak biçimde sözler sarf ederek psikanalizi yalnızca kendi başına bulduğu bir buluş gibi gösterse de işin aslını yukarıda okuduğunuz sözler anlatıyor.
İşte tüm bu gelişmelerle beraber Freud artık hastalarını tedavi ederken Breuer'in duygusal boşalma yöntemini kullanmaya başladı. Bu sırlarda Freud ve Breuer beraber bir çalışma yürütüyorlardı. Bu çalışmanın meyvesi ise Histeri Üzerine Çalışmalar adlı eserleriydi. Fakat Freud bu eserin yazılış süresinde yaşadıkları bazı görüş ayrılıkları sebebiyle Breuer'den uzaklaştı.
Bu olayı anlatmak için benim bu dosyayı oluşturmak için yararlandığım Freud: Görüntünün Ortasındaki Karanlık adlı eserden bir alıntı yapmak istiyorum. Yazar Freud'un Breuer'den kopuşunu şu sözlerle ifade ediyor:
"Yıllarca süren yakınlığın, desteğin ve yaratıcı işbirliğinin ardından Freud, Breuer'e hiddetle sırt çevirdi ve Histeri Üzerine Çalışmalar 1895'te yayımlandıktan sonra onu hayatından tümüyle çıkarttı."
1896 yılında Freud babası Jacob'u kaybetti. Freud bu olay hakkında o zaman yakın dostluk kurduğu Fliess'e şu sözleri yazmıştı: "Öldüğü zaman hayatı zaten çoktan sona ermişti, ama derinlerde bir yerlerde, bu olay bütün geçmişimi yeniden uyandırdı. Kendimi adeta köklerim sökülmüş gibi hissediyorum".
Freud'un kendisinin de belirttiği gibi hem babasını kaybetmesi hem de bu olaydan önce yaşadığı bazı kayıplar, bu olay öncesinde pek çok arkadaşını kaybetmişti, Freud'a çocukluğunda yaşadığı kayıpları ve o yas havasını hatırlattı. Tüm bu gelişmeler sonucunda Freud kendi kendini analiz etmeye başladı.
Freud kendini kendini analiz ettiği bu süreçte aslında birbirine zıt iki durumu ayıran çok ince bir çizginin üzerinde yürüyordu diyebiliriz. Bir taraftan kendi geçmişiyle ilgili gerçekleri öğrenmek isterken diğer taraftan bu analiz sırasında çocukluğunda maruz kaldığı kötü his ve anıları yeniden tecrübe etmekten muzdaripti.
Aslında baktığımız zaman Freud kendi kendini analizinde geçmişini kendi işine geldiği yorumlamıştır. Çünkü onun geçmişi yıkıcı kayıplar vardı. Halbuki o kendi ortaya koyduğu teoride, Oedipus kompleksi, travmaların sebebi olarak kişinin geçmişindeki ayartmalar olarak göstermişti. Bu yüzden Freud geçmişini kendi istediği gibi yorumladı ,geçmişindeki kayıpların acısını görmezden geldi ve içine düştüğü bu travmatik durumdan kendi yöntemleriyle kurtulmuş oldu.
Çok uzun olmaması adına yazımı burada kesmek istiyorum. Haftaya yayınlayacağım yazımda Freud'un Oedipus kompleksinden ve psikanaliz hareketi hakkındaki genel tavrından bahsedeceğim. Serinin devamında görüşmek üzere. Hoşça kalın!
-Eda
#aydinlatmakicindegilaydinlanmakicin
Yorumlar
Yorum Gönder