Ana içeriğe atla

FREUD DOSYASI NO3:OEDİPUS KOMPLEKSİ

  Lafı hiç uzatmadan geçen hafta bıraktığım yerden söze devam ediyorum.


  Freud'un Oedipus teorisine bakış şekli psikanalizin yayılması safhasında gerçekten giderek daha ilginç bir hal almaya başlıyor. Demeye çalıştığımı Freud'un yazdığı aşağıdaki paragrafı okuduğunuzda daha iyi anlayacaksınız.

"Bu gezegene her yeni gelen, Oedipus kompleksiyle başa çıkmak zorundadır; bunu başara­mayan, nevroza kurban düşer. Psikanalitik çalışmaların gelişmesiyle Oedipus kompleksinin önemi gittikçe daha belirginleşmektedir; ka­bulü, psikanaliz yandaşlarını karşıtlarından ayıran bir parola halini almıştır."

  Freud'un sözlerinden de anlayacağınız üzere Freud için Oedipus kompleksini kabul etmeyen veya bu fikre zıt bir fikir ortaya sunan her kişi psikanaliz "davasına" ihanet etmiş sayılıyordu.

 Bu noktada yine yazım için kullandığım kaynaktan yararlanmak istiyorum ve sizi Breger'in sözleriyle baş başa bırakıyorum.

  "Teorinin ne kadar kapsayıcı olduğuna dikkat edin. 'Bu geze­gene her yeni gelen', Oedipus kompleksiyle başa çıkmak zorun­da: yani kişisel deneyimleri hesaba katılmaksızın, tarih boyunca bütün toplumlardaki herkes. Freud'un deyimiyle Oedipus kompleksi  "psikanaliz yandaşlarını karşıtlarından ayıran bir Shibboleth'tir. Eski Ahit'te Shibboleth[parola] kelimesi, müminlerle zın­dıkları birbirinden ayırmak için kullanılan bir ölçüt ya da sınav anlamına gelir, Freud'un kafasında da tam olarak bu vardır; bu dogmayı sorgulayan hiç kimse psikanaliz içinde barınamaz."

   1900'lü yılların başından itibaren Freud'un yaptığı çalışmalar dünya çapında duyulur hale gelmiş ve yayılmıştı. Bu gelişmeler sonucunda psikanaliz cemiyetinin öncüsü olarak gösterebileceğimiz "Çarşamba Cemiyeti" kurulmuş oldu.

  Bu toplantılarda Freud'a onun kitaplarını okuyup fikirlerinden etkilenmiş küçük çaplı bir entelektüel grup eşlik ederdi. Ve bu toplantılar belirli bir ritüele uyularak gerçekleştirilirdi. Önce üyelerden biri bir bildiri sunardı. Bu bildiri grup arasında bir süre tartışılırdı fakat en son sözü her zaman Freud söylerdi. Sadece bu durumdan bile anlayabileceğimiz gibi Freud bu küçük grupta adeta bir peygamber saygısı görüyordu. Ve gelen insanlar da onun müritleri gibiydi. Mutlak yetki Freud'un elindeydi. Öğrenciler ortaya sunulan fikirleri tartışabiliyor görünse de sonunda her zaman Freud'un ortaya koyduğu yorum doğru yorum olarak kabul görüyordu. Zaten bu anlayışı kabul etmeyenler de birer birer bu grup içerisinden dışlanacaklardı.

  Freud'un pskinaliz konusundaki tavrına değinmişken bunu biraz detaylandırmak istiyorum.

 Freud kendi icadı olduğunu düşündüğü psikanaliz hakkında başından beri çok korumacı ve savunmacı bir tavır sergiliyordu. Çok defa kimlerin kendine psikanalist deyip kimlerin diyemeyeceğini sadece kendisinin belirleyebileceğini söylemişti. Freud dünyayı kendisine ve psikanaliz hareketine düşman olanların olduğu bir yer olarak görüyordu. Bu yüzden de kendisini ve ortaya attığı fikirleri koruyabilmek için kendisinin komuta edeceği ve sadık destekçilerinin olduğu bir ordu oluşturması gerektiğini düşünüyordu ve bunu yaptı da.

  Psikanalizin gelişmesi sürecinde psikanaliz cemiyetlerinde kullanılan dil dahi Freud'un bu fikirlerini yansıtacak nitelikteydi. Burada yine Breger'e kulak verelim:

 "Psikanaliz 'düşmanlar' ve 'muhalifler'le, fikirlerini ka­bul etmeyen herkesle, kuşatılmış bir hareketti ve kendi yandaş­larından oluşan ordu onlara karşı koymak zorundaydı. Takipçi­leri 'davaya' 'sadakatlerini' göstermeleri gereken 'partizan­lar' ve 'silah arkadaşlarıydı.' Aynı fikirleri paylaşmayanlara 'dönek' ya da 'hain' deniyor, dışlanarak disipline ediliyorlardı."

 Bu paragrafta da Freud'un bu konudaki tavrının daha net görülebildiğini düşünüyorum ve hem bu yazıma hem de Freud dosyasına burada son vermek istiyorum. Daha önce de belirttiğim gibi bu dosyayı oluştururken Louis Breger'ın Freud: Görüntünün Ortasındaki Karanlık isimli kitabından yararlandım. Daha anlatılabilecek çok fazla şey var fakat bu kadarının bu mecra için yeterli olduğunu düşünüyorum. Daha fazlasını öğrenmek isteyenler kitabı okuyabilirler.

  Benim için hazırlaması hem çok zor hem çok keyifli bir seri oldu. Umarım sizler de severek okumuşsunuzdur. Bir sonraki yazıda görüşmek üzere Hoşça kalın! 

                                                                    -Eda


#aydinlatmakicindegilaydinlanmakicin

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

MİLYONLAR ARASINDAN BİRİ

  Son paylaştığım yazıların hepsi aralarında uzun soluklar verilerek yazılmış birbirinden kopup gibi görünen ama benim aralarında gizli bağlar olduğunu düşündüğüm kısa kısa yazılarımı bir araya getirerek oluşturduğum yazılar. Bu şekilde bir şey ortaya koymaya çalışmak kendi yaptığım yapbozu tamamlamaya çalışmak gibi. Tüm o pasajları ilk kez yazarken gördüğüm o gizli bağları yeniden birbirine bağlamaya çalışıyorum. Bir yandan çile bir yandan da bir eğlence. Az sonra okuyacağınız yazı da aynı yollardan geçerek ortaya çıktı. Umarım keyifle okursunuz.       Sürekli başarmam gereken çok büyük işler varmış da ben hiçbiri için yeteri kadar çabalamıyormuşum gibi hissediyorum. Belki sosyal medya belki başka sebepler yüzünden sanki benim dışımdaki herkes çok motive olmuş bir halde büyük büyük hedefleri için çalışıyor da bir ben onları izlemekle yetiniyorum. Bu dünyayı ben kurtarmak zorunda mıyım? Belki daha da önemlisi kurtarabilir miyim?Kendi halimde, sessiz sakin a...

EV

   Canımın çok sıkkın olduğu bazı zamanlarda kafamdan şu cümle geçiyor: "Eve gitmek istiyorum." Son zamanlarda birden fazla kez aynı cümle kafamın içinde yankılanınca biraz düşündüm. Nereye gitmek istiyorum? Benim evim neresi? Ev nereye denir, kime denir?    Bir insan ya da insanlar bir insanın evi olabilir mi pek çok insanın iddia ettiği gibi? Orhan Pamuk Benim Adım Kırmızı kitabında "Çünkü içinizde kalbinize nakşeylediğiniz bir sevgilinin yüzü yaşıyorsa eğer, dünya hâlâ sizin evinizdir." demişti. Peki eğer kalbimize nakşeylediğimiz o yüz de zaman içinde silinip gidiverirse? O zaman evsiz mi kalmış olacağız? Yeni bir ev arayışına mı gireceğiz?    Ama belki de o kadar da romantik bir tarafı yoktur bu meselenin ve yaşamımızı geçirdiğimiz dört duvardan ibarettir ev. Ya da  belki ailesinin yanıdır insanın evi. Peki eğer öyleyse neden bazen ailemizin yanına dönmüş olsak bile eve dönmüş gibi hissetmeyiz? İzlediğim en güzel dizilerden biri olan Lost'ta Kan...

HATIRALARIN GÖLGESİ

   Küçüklüğümden beri beni en çok ürküten şeylerden birisi zamanın akışıydı. İleride neler olacağını asla bilememek ve iyi veya kötü pek çok ihtimalin gerçekleşebilecek olması beni dehşete sürüklerdi. Bazen hâlâ sürüklüyor. Ama eskisi kadar değil. Artık zamanın içinde barındırdığı tüm o ihtimallerden korkmuyorum. Tüm o ihtimaller beni heyecanlandırıyor da diyemem açıkçası ama sanırım en azından onlarla baş edebilecek gücü bulacağıma inanıyorum. Aslında hayır, inanmıyorum. Biliyorum.     "Her güzel şeyin sonu vardır." Bu cümle hayatımdaki güzel şeylerin bir gün mutlaka sona ereceğini bana hatırlatan bir lanet gibi gelirdi hep. Bunu duymaktan nefret ederdim. Kulaklarımı kapatırsam eğer bu lanetin gerçekleşmesini engelleyebilirim sanırdım. Tabii öyle olmadı. Olması mümkün de değil zaten. Çünkü gerçekten her güzel şeyin sonu var. Aslında sadece güzel şeylerin değil aynı zamanda her kötü şeyin de, çok şükür demeliyiz bu noktada, bir sonu var. 20 yılın sonunda her şeyin bi...