Ana içeriğe atla

SUPER DADI:VIVIAN MAIER

 Herkese merhaba.Uzun bir aradan sonra yine beni çok heyecanlandıran bir yazıyla karşınızdayım.Bu hafta sizlere son derece ilgi çekici ve gizemli bir fotoğrafçı olan Vivian Maier'dan bahsedeceğim.

  Aslında Vivian'ın mesleğinin fotoğrafçılık olduğunu söylemek ne kadar doğru bilemiyorum. Zira o yaşadığı müddetçe geçimini dadılık yaparak sağladı ve o zamanlar kimse onu profesyonel bir fotoğrafçı olarak tanımlamıyordu.

  Vivian'ın ilgi çekici hikâyesinin detaylarına inmeden önce bu eşsiz karakteri tanımamıza imkan sağlayan kişiden yani John Maloof'tan biraz bahsetmek istiyorum.

  John Maloof Chicago hakkında tarihi bir kitap hazırlıyordu ve bu kitap için müzayedelerden eşyalar satın alarak araştırdığı dönem hakkında bilgiler ve fotoğraflar toplamaya çalışıyordu. Tam bu esnada müzayededen bir kutu negatif aldı fakat bu fotoğraflar onun araştırmasına katkı sağlayabilecek türden fotoğraflar değildi.

John Maloof fotoğrafların Vivian Maier isimli birine ait olduğunu öğrendi ve internet üzerinden bu ismi araştırdı. Fakat hiçbir bilgiye ulaşamadı. Belli bir süre geçtikten sonra Maloof bu ismi tekrar internette arattı ve karşısına birkaç gün öncesine ait bir ölüm ilanı çıktı. Bu aşamadan sonra Maloof Maier'ın gizemini çözmeye çalıştı.

  Maloof önce Vivian'ın diğer negatiflerini de satın aldı ve onları düzenlemeye başladı. Vivian ile ilgili araştırmasını derinleştirdikçe daha fazla fotoğraf buluyordu ve bu fotoğraflarla düzgün bir şekilde  ilgilenebilmek için bazı müzelerden yardım istedi. Fakat bu müzelerden olumsuz dönüşler aldı. Bunun üzerine Maloof bu işi kendi başına halletmeye karar verdi ve Maier'in fotoğraflarıyla bir sergi açtı.


Bana sorarsanız Maloof da en az Vivian kadar özel biri. Eğer onun bu çabası olmasaydı şu anda Vivian gibi bir sanatçıyı tanımıyor olacaktık. Bu yüzden Vivian'dan bahsetmeye başlamadan önce onun hikayesine de değinmek istedim.

  Yeniden Vivian Maier'a dönebiliriz. Vivian 1926'da New York'ta dünyaya geldi. Bir süre Fransız asıllı olan annesiyle beraber kimi zaman Fransa'da kimi zaman ise Amerika'da yaşadı. Vivian 25 yaşına geldiğinde Amerika'da tek başına yaşamaya başladı. İlk başlarda bir konfeksiyonda çalışan Maier bir süre sonra bu işin ona uygun olmadığına karar vererek dadılık yapmaya başladı.

  Dadılık yaptığı süre boyunca Vivian kimi zaman bakıcılığını üzerine aldığı çocuklarla beraber kimi zamansa yalnız başına sokak sokak dolaştı ve insanları, binaları ve kendisini fotoğrafladı.

Vivian'ın fotoğraflarını benim için gerçekten etkileyici kılan unsur fotoğraflardan yansıyan gerçeklik duygusu. Onun fotoğraflarında gördüğümüz şeyler aslında her gün karşılaştığımız olaylar, işe veya okula giderken karşımıza çıkan insanlar. Ve tüm bu durumları ve anları o kadar net ve dolaysız şekilde yansıtıyorlar ki bir fotoğrafa bakıp geçemiyorsunuz. Ona uzun uzun bakma ihtiyacı hissediyorsunuz. İçinizde bir yerlere temas ediyorlar adeta.
 Vivian'ın bakıcılık yaptığı bazı çocuklar ve aileleri onu çok sevgi dolu biri olarak tanımlarken bazıları da tam tersini savunuyor. Belki bunu kendisi bilinçli olarak yapıyordu. Kendini her aileye farklı bir karakter gibi yansıtıyordu söz gelimi. Fakat bu bana pek inandırıcı bir ihtimalmiş gibi gelmiyor. Çünkü ailelere karşı davranışları arasındaki fark bazen gerçekten de bir davranışın iki zıt ucunu oluşturabilecek kadar açılıyor. Bu sebepten psikolojik olarak sıkıntılarının olması bana daha inandırıcı geliyor.

 Maloof'un Vivian'ın ailesini araştırdığında elde ettiği sonuç da son derece ilginç. Babası Vivian küçükken vefat etmiş ve ailenin diğer üyeleri de herhangi bir şekilde birbirleriyle ilgilenmemişler. Adeta hepsi kendi dünyasını kurmuş ve bir diğer aile üyesine ilişmeden hayatına devam etmiş. Vivian'ın karakterindeki tutarsızlıkların bir sebebi de aile hayatı olabilir.

  Ayrıca Vivian'ın erkeklere karşı da bir çekincesnin hatta bir nefretinin var olduğunu söyleyebiliriz. Onun hakkında öğrendiklerimden sonra bu durumun sebebinin geçmişte maruz kaldığı bir istismar olabileceğini düşünüyorum. Ve tabii ki bu durum da onun psikolojik olarak sorunlar yaşıyor olabileceği ihtimalini güçlendiriyor.

  Sanıyorum Vivian'ı feminist olarak tanımlarsak çok da yanlış bir laf etmiş olmayız. Bu fikre ise Vivian'ın kayda aldığı filmlerden birinde Vivian ile genç bir kadın arasında geçen bir diyalogdan varıyoruz. Vivian karşısındaki kadına politik bir soru yöneltiyor ve kadın da "Bilmiyorum." yanıtını veriyor. Bunun üzerine Vivian "Bir fikrin olmalı. Kadınların söyleyecek bir fikri olmalı diye umut ediyorum." diyerek karşılık veriyor.

 Pek çok insan neredeyse tüm ömrü boyunca kendini doğru bir şekilde ifade etmenin bir yolunu arıyor. Bazıları bunu sanatı kullanarak bazıları başka araçlar vasıtasıyla yapıyor. Ve bunu nasıl yapabileceğini keşfettiği anda çoğu insan o yöntemi kullanarak kendini dünyaya açıyor. Dünyaya kendinden bir iz bırakma kaygısına düşüyor. Ama Vivian bunun tam tersini yapmış. Sanki bir insanın başka bir insanı anlayamayacağı gerçeğini fark etmiş ve bu fikri mükemmel bir biçimde özümsemiş gibi. Ya da belki de kendini ifade etmeye çalışmayı bir sebepten anlamsız bulmuş. Fotoğraflarını başkalarına göstermemesinin sebebi onları başkaları için değil de kendisi için çekmiş olması da olabilir belki. Kesin olarak bilemiyoruz. Fakat zaten onunla ilgili benim ilgimi çeken bir şey de onun hakkında kesin yorumlar yapılamıyor olması. Demek istediğim onunla ilgili düşünmeye başladığınızda her daim karanlıkta kalan ve üzerine düşünebileceğiniz bir alan kalıyor olması. Zaten uzun süre  ilgimizi çeken pek çok şey böyledir bence. Fazlasıyla net olan şeyler uzun süre ilgimizi çekemezler. Belirsizlikler, birbirine karışmış, net olmayan çizgiler her zaman daha ilgi çekicidir.

 Genel olarak Maier'ın hayatına baktığımızda zaman zaman onun için üzülebiliyoruz. Belki de hayatını tam olarak yaşayamadığı fikrine kapılıyoruz. Sonuçta o hiç evlenmemiş, hiç çocuğu olmamış, sayısı 150.000'e dayanan ve sanatsal olarak ciddi anlamda değer taşıyan fotoğrafları o hayattayken hiç ilgi görmemiş biri. Herkes onu yalnız, fakir ve fotoğraf sevdalısı bir dadı olarak tanımış neredeyse. Fakat ben onun üzücü bir hayat sürdüğünü sanmıyorum. Çünkü başına gelen pek çok şey onun kendi tercihlerinin sonucuydu ve şu sözleri onun da hayatıyla ilgili bir problemi olmadığına beni ikna ediyor :"Hiçbir şeyin sonsuza dek sürmeyeceğini biliyorum. Diğer insanlar için de alan bırakmalıyız. Bu bir döngü. Binersin ve sonuna kadar gidersin. Sonra senin yerini başkası alır."

   Bazen bazı insanlar çok fazla içe dönük yaşıyormuş ve etrafındaki dünyayla çok da ilgilenmiyormuş gibi gelir bize. Halbuki o insanlar kendi içlerinde ve kendi güçleriyle öyle bir dünya kurarlar ki etraflarındaki dünya içlerindeki dünyanın yanında sönük kalır. Eğer hepimiz ilk önce içimizdeki dünyayı yaşanılabilir bir hâle sokmak için çabalarsak bu küçük küçük dünyalarımız birbirine daha kolay karışabilir, kaynaşabilir. Çünkü kendi dertleriyle baş edemeyen başkasının derdine ortak olamaz. Kendine yürüyecek bir yol inşa edemeyen bir başkasına yoldaş olamaz.

   Bana kalırsa Vivian Maire da iç dünyası dışarıdaki dünyaya ağır basanlardan. Ben onu tanımaktan ve tanıtmaktan son derece keyif aldım. Umarım sizler de okurken keyif almışsınızdır. Bir sonraki yazıda görüşmek üzere. Hoşça kalın!


                                                                -Eda


  Eğer Vivian Maier'la ilgili daha detaylı bilgi sahibi olmak isterseniz John Maloof'un hazırladığı Finding Vivian Maier isimli belgesele göz atabilirsiniz.


#aydinlatmakicindegilaydinlanmakicin

 



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

EV

   Canımın çok sıkkın olduğu bazı zamanlarda kafamdan şu cümle geçiyor: "Eve gitmek istiyorum." Son zamanlarda birden fazla kez aynı cümle kafamın içinde yankılanınca biraz düşündüm. Nereye gitmek istiyorum? Benim evim neresi? Ev nereye denir, kime denir?    Bir insan ya da insanlar bir insanın evi olabilir mi pek çok insanın iddia ettiği gibi? Orhan Pamuk Benim Adım Kırmızı kitabında "Çünkü içinizde kalbinize nakşeylediğiniz bir sevgilinin yüzü yaşıyorsa eğer, dünya hâlâ sizin evinizdir." demişti. Peki eğer kalbimize nakşeylediğimiz o yüz de zaman içinde silinip gidiverirse? O zaman evsiz mi kalmış olacağız? Yeni bir ev arayışına mı gireceğiz?    Ama belki de o kadar da romantik bir tarafı yoktur bu meselenin ve yaşamımızı geçirdiğimiz dört duvardan ibarettir ev. Ya da  belki ailesinin yanıdır insanın evi. Peki eğer öyleyse neden bazen ailemizin yanına dönmüş olsak bile eve dönmüş gibi hissetmeyiz? İzlediğim en güzel dizilerden biri olan Lost'ta Kang Jae de b

ÇERÇEVELER

  Hepimiz herkesi ve her şeyi kendi oluşturduğumuz bir  çerçevenin ardından görüyoruz. Bu çerçeve bizim özümüzü oluşturan özelliklerimizin ve okuduklarımızın, dinlediklerimizin, maruz kaldığımız olayların, vakit geçirdiğimiz yerlerin ve insanların bir sentezinden oluşuyor. Bu çerçevenin varlığı sebebiyle bir şeyi sırf olduğu haliyle göremiyoruz aslında. Bahsettiğim çerçeveyi bir kenara koyup bir şeyi sırf olduğu haliyle görebilmek mümkün mü peki? Bunu hâlâ düşünüyorum ama bu başka bir yazının konusu olsun.  Sahip olduğumuz çerçeve sayesinde şeyleri sırf oldukları halleriyle göremediğimiz için bizim gördüğümüz ile o şeyin aslı bir değil. Belki de bu yüzden örneğin bir insan için "Ben onu böyle tanımamıştım."  ya da "Onu çok yanlış tanımışım." demenin bir anlamı yok çünkü gördüğümüz kişi aslında o değildi. Gördüğümüz, görmeyi umduğumuzdu.    Bu düşünce akışını devam ettirdiğimde herkesi kendi çerçevemden görüp değerlendirdiğim için aslında hayatımdaki tüm bu insanları

MİLYONLAR ARASINDAN BİRİ

  Son paylaştığım yazıların hepsi aralarında uzun soluklar verilerek yazılmış birbirinden kopup gibi görünen ama benim aralarında gizli bağlar olduğunu düşündüğüm kısa kısa yazılarımı bir araya getirerek oluşturduğum yazılar. Bu şekilde bir şey ortaya koymaya çalışmak kendi yaptığım yapbozu tamamlamaya çalışmak gibi. Tüm o pasajları ilk kez yazarken gördüğüm o gizli bağları yeniden birbirine bağlamaya çalışıyorum. Bir yandan çile bir yandan da bir eğlence. Az sonra okuyacağınız yazı da aynı yollardan geçerek ortaya çıktı. Umarım keyifle okursunuz.       Sürekli başarmam gereken çok büyük işler varmış da ben hiçbiri için yeteri kadar çabalamıyormuşum gibi hissediyorum. Belki sosyal medya belki başka sebepler yüzünden sanki benim dışımdaki herkes çok motive olmuş bir halde büyük büyük hedefleri için çalışıyor da bir ben onları izlemekle yetiniyorum. Bu dünyayı ben kurtarmak zorunda mıyım? Belki daha da önemlisi kurtarabilir miyim?Kendi halimde, sessiz sakin ama mutlu bir hayat sürsem yet