Ana içeriğe atla

Kayıtlar

HATIRLANMAK VE UNUTULMAK

  Hayatımızda bazen bazı anları hafızamıza kazımak ve sonsuza kadar hatırlamak isteriz. Bazense tam tersi o ana dair her şeyi silip atabilmek, hiç yaşanmamış gibi davranabilmek isteriz. Hatta unutma isteği bazen o kadar yoğun bir hâl alır ki sadece o anı değil kendimizi de unutmak ve hatta unutturmak isteriz. Çünkü bazen insanın hataları, anıları insana ağır gelir. Bazen onları cesurca sırtlanmayı başarabilsek de bazen de unutmak ve unutturmak isteriz. Yüzleşmek istemeyiz onlarla, onlarla yürümek istemeyiz önümüzde uzayıp giden yolu. Yeni bir başlangıç yapabilmek isteriz kısaca. Ve yeni bir başlangıç yapabilmek için temiz bir sayfa açabilmek isteriz. Bu yüzden diğerlerinin hafızasından silinip gitmek, unutulmak isteriz.    Bir dersimizde hocamız unutulma hakkı diye bir kavramdan bahsetmişti. Bu yazıyı yazmama sebep olan da o dersti zaten. Dersten sonra okuduğum makalelerden birinde bu kavram şöyle tanımlanıyor: "Unutulma hakkını, bireyin internet ortamında yer alan ve üçü...

YİTİP GİTMEMEYİ BAŞARABİLMEK

  İnsanın kendine uzaklaşması belki de her şeyin birbirine girdiği ve işlerin artık kurtarılamaz olduğu o ilk an başlıyor. Önce adım adım ama kararlı bir şekilde uzaklaşıyor kişi eski benliğinden. Çoğu zaman bunu kendi arzumuzla yapmıyoruz. Bir şey bizi sürüklüyor adeta. Direnmeye çalışıyoruz zaman zaman. Eskiye tutunmaya çalışırken ellerimiz yüzülüyor, yara bere içinde kalıyoruz. Sonra bir yandan sızlayan yaralarımız bir yandan kaybettiğimiz benliğimiz derken karanlıkta kaybolup gidecekmişiz gibi hissediyoruz. Kaybolmanın ilk adımı diyebileceğimiz bu noktada tek istediğimiz eski benliğimize kavuşmak oluyor. Hâlâ ona ihtiyaç duyuyor, onu özlüyoruz. Yeniden eskisi gibi olmak için çırpınıp duruyoruz. Ama yaptığımız her şeyin boşa çabalamak olduğunu da biliyoruz.   Sonra adım adım umursamazlık işlemeye başlıyor içimize. Artık kaybolmaktan, yitip gitmekten bile korkmuyoruz. Yavaş yavaş canlılığını kaybeden bir çiçek gibi solup gitmek istiyoruz. Hiçbir şey yapmıyoruz artık iyileşme...

"HAYIR" DİYEBİLEN AMA KARŞI OLDUKLARINI DEĞİŞTİREMEYEN: NEVHİZ TANYELİ

    Dokuz aylık uzun bir aranın ardından yeniden herkese merhaba! Açıkçası buraya dönmek pek de öyle kolay olmadı. Önce haftalar süren uygun konuyu bulma çabaları ve sonrasındaysa biraz ondan biraz bundan şeklinde süregiden araştırmalar ve denemeler... Ama sonunda işte yeniden buradayım!   Üniversite sebebiyle yaklaşık iki aydır farklı bir şehirdeyim ve yaşamaya başladığım bu yeni şehri tanımak için ufak ufak etrafı gezmeye çalışıyorum. Ve geçen hafta bu küçük gezilerin birinde yolum Türkiye İş Bankası İktisadi Bağımsızlık Müzesi'ne de düştü. Binanın kendi güzelliğinin ve içinde barındırdığı diğer pek çok güzel şeyin yanı sıra Başkent Kültür Yolu Festivali bünyesinde ressam Nevhiz Tanyeli'nin Varlığımın Garip Şarkısı isimli resim sergisi de burada ziyaretçilerin beğenisine sunulmuştu. Ve ben de bu sergiyi gezme şansını yakaladım. Açık konuşmak gerekirse bu sergiye gelene kadar Nevhiz Tanyeli ismini hiç duymamıştım-tabii ki benim ayıbım- Fakat sergideki resimler...

VIRGINIA WOOLF

  Uzun bir aranın ardından herkese yeniden merahaba! Bundan sonra bu molaların arası bir süre için daha giderek açılacak gibi duruyor ne yazık ki ama sık sık olmasa da sizlere bir şeyler sunmaya elimizden geldiğinde devam edeceğiz. Umuyoruz ki sizler de keyifle okursunuz.   Bugün sizlere çok sevdiğim bir yazar olan Virginia Woolf'tan bahsedeceğim.  Virginia Woolf 1882 yılında Londra'da dünyaya geldi. Babası da kendisi gibi  dönemin tanınmış yazarlarından biriydi. Virginia'nın meslek seçimi konusunda babasından etkilenmiş olabileceğini söylesek sanıyorum yanlış bir laf etmiş olmayız.   O  dönemde çoğunlukla kadınlar okula gönderilmediği için Virginia eğitimini evde ve büyük oranda babasından aldı. Virginia da kardeşi Vanessa da daha küçük yaşlarda ileride yapmak istedikleri meslekleri gayet açık ve net bir şekilde ifade etmişler. Aslında bu küçük olaydan dahi her ne kadar kadınların ikinci bir plana atıldığı bir dönemde yaşamış olsalar dahi aile içinde bu an...

IF WE KNEW HOW TO DIE

 Hi everybody! Long time no see.I really miss this place.Because of so many reasons we couldn't get here but ultimately we are here with a lot of brain waves.I hope you'll like them.   Today I want to ask you a salient question.What would change in our lives if we knew how to die?Just hang on a second and think about that.   A few time ago Elf and me were watching a movie.Probably you know the movie which named "Big Fish".Actually this movie is an adaptation from a book belong to Daniel Wallace.There is a man who named Edward Bloom.Edward is a street vendor and he travel numerous places so he saw many people and lifes.As a consequence so many things happened in his life.And as you would appreciate some of these are not normal.They are a little bit extraordinary.Actually the movie clarify these unusual situations.   If you watched this movie maybe you'll remember a detail.In the movie there is a witch who neighbour little Edward Bloom.She has a big terrifying house...

SUPER DADI:VIVIAN MAIER

 Herkese merhaba.Uzun bir aradan sonra yine beni çok heyecanlandıran bir yazıyla karşınızdayım.Bu hafta sizlere son derece ilgi çekici ve gizemli bir fotoğrafçı olan Vivian Maier'dan bahsedeceğim.   Aslında Vivian'ın mesleğinin fotoğrafçılık olduğunu söylemek ne kadar doğru bilemiyorum. Zira o yaşadığı müddetçe geçimini dadılık yaparak sağladı ve o zamanlar kimse onu profesyonel bir fotoğrafçı olarak tanımlamıyordu.   Vivian'ın ilgi çekici hikâyesinin detaylarına inmeden önce bu eşsiz karakteri tanımamıza imkan sağlayan kişiden yani John Maloof'tan biraz bahsetmek istiyorum.   John Maloof Chicago hakkında tarihi bir kitap hazırlıyordu ve bu kitap için müzayedelerden eşyalar satın alarak araştırdığı dönem hakkında bilgiler ve fotoğraflar toplamaya çalışıyordu. Tam bu esnada müzayededen bir kutu negatif aldı fakat bu fotoğraflar onun araştırmasına katkı sağlayabilecek türden fotoğraflar değildi. John Maloof fotoğrafların Vivian Maier isimli birine ait olduğunu öğrendi ...

MURAKAMI VE ADIM ATABİLMEK İÇİN BİR ADIM

  Herkese merhaba! Bu hafta sizlere çok sevdiğim bir yazardan bahsetmek istiyorum. Kendisi uzun süredir okuma listelerimde yer alan ve kitaplarını son derece ilgi çekici bulduğum biri. Yazarımızın adı Haruki Murakami. Şayet kitaplarla aranız biraz iyiyse sanıyorum ki bu ismi duymuş ya da en azından raflarda görmüş olabilirsiniz.   Yazarın hayatını anlatmaya geçmeden önce yazarla nasıl tanıştığımdan ve neden onunla ilgili bir yazı yazma ihtiyacı hissettiğimden biraz bahsetmek istiyorum.   Ben genellikle ilgimi çeken bir yazarla karşılaştığımda onun hayat hikâyesine hemen bakmaktan pek hoşlanmam. Bu benim yazara ve eserlerine olan ilgimi törpüler bir nevi. Bu sebepten öncelikle yazarın diğer eserlerini okumayı tercih ederim. Bu yolla önce sadece eserlerinden yola çıkarak hem yazarın birey olarak sahip olduğu karakteri hem de bir yazar olarak sahip olduğu karakteri hakkında fikir yürütürüm. Kitaplarındaki ipuçlarını birleştirerek zihnimde onunla ilgili tamamlanmamış bir resi...